Filistin ve Kosova “de facto” seviyesinden “de jure” ligine terfi etti, peki ya KKTC?

Hamas tarafından 7 Ekim 2023’te İsrail’e karşı başlatılan Aksa Tufanı Harekâtı’nı bahane ederek Gazze’yi kana bulayan ve adeta taş devrine götüren Siyonist İsrail’in zulmettiği yalnızca Filistinli mazlum Müslümanlarla sınırlı kalmayıp bir müddet sonra Filistin’deki mazlum Hristiyanları da hedef almaya, saldırılarda cami, hastane, kilise ayrımı gözetmemeye başlayınca, özellikle de Tel-Aviv rejiminin emniyet güçleri din adamlarına ve ibadethanelerde sadece Tanrı’ya görevlerini yapmak için gelen dindarlara, ibadethanelerin kutsal ve dokunulmaz sayılarak buralara sığınıp canını korumak için gelenlere inanılmaz biçimde orantısız güç kullanınca, İsrailli emniyet güçleri yalnızca imamları, müezzinleri ve Müslüman cemaatini değil, papazları, zangoçları, rahipleri, rahibeleri ve Hristiyan cemaatini de sindirmeye çalışınca İslam dünyasından daha fazla tepkinin Hristiyan dünyası tarafından gösterildiğine şahit olduk.
Özellikle Vatikan Filistin için adeta seferber oldu ve din ayrımı gözetmeden tüm Filistinli mazlumlara selamlar göndermeye, onlara dualar etmeye başlarken ayrıca başta Katolik Hristiyanlar olmak üzere tüm uluslararası kamuoyunun dikkatini Filistin’e doğru çekmeye çalıştı. Netice olarak Hristiyan kıtası Avrupa İsrail’e karşı adımlarını sertleştirdi ve Filistin’i tanımaya başladı. Özellikle Sumud filosu münasebetiyle asırlar önce Filistin ve Kudüs için Müslümanlara karşı Haçlı seferlerini düzenleyen Hristiyan dünyası, bu kez İslâm dünyasıyla Filistin konusunda aynı çizgide buluşmakla kalmayıp İslâm dünyasından daha fazla İsrail’e tepki göstermeye başladı. Yani aslında dünyanın vicdanı birleşti, İsrail’e karşı başta Sumud filosu olmak üzere Haçlı-Hilal seferi Filistin ve Gazze trajedisine karşı düzenlenmeye başlandı.

Ve sonuç olarak Filistin’i tanıyan ülke sayısı 157’ye çıktı.
Gelgelelim bakıyoruz günümüze kadar en az Ortadoğu kadar zulüm ve trajedilerin yaşandığı bir diğer bölge olan Balkanlar’da da enteresan gelişmeler yaşanmakta…
1990’lı yıllarda kana bulanan Balkanlar’da pek çok ülke günümüze kadar bağımsızlığına kavuştu. Elbette ki bu süreçte Kosova da bağımsızlığına kavuşan ülkeler arasındaki yerini aldı.

2008 yılında bağımsızlığını ilan eden Kosova, 17 yıl içinde BM’ye üye ülkelerin çok önemli bir kısmı tarafından bağımsız bir ülke olarak tanındı. Kosova’yı tanıyan son ülkeler ise Kenya ve Sudan olurken önceki günlerde rejimi, devlet başkanı değişeli 11 ay olan Suriye de Kosova’yı tanıyan 120. ülke oldu.
Hiç şüphesiz acılar, çileler görmüş mazlum coğrafyaların bağımsız ülke olarak uluslararası statüde meşruiyet kazanması çok kıymetli olmasına rağmen ister istemez her insanın aklına şu soru geliyor: Peki ya KKTC?
Öyle ya, Kıbrıslı Türkler de tıpkı Filistin ve Kosova mazlumları gibi zulüm görüp acı çekmedi mi?
1990’lı yıllara kadar FKÖ’ye “Marksist, komünist , Sovyet ve Çin kuklası terör örgütü” diyerek, “terörle mücadelede, ülke güvenliğinde İsrail’in yanındayız. İsrail’in kendini savunma hakkı var” diyerek Filistin’i tanımayan ve İsrail’in altına kırmızı halılar döşeyen, aynı tavrı 1990’lı yıllardan sonra Hamas’a da “cihatçı, köktendinci, radikal İslamcı fundamentalist, İran kuklası terör örgütü” diyerek, “terörle mücadelede, ülke güvenliğinde İsrail’in yanındayız. İsrail’in kendini savunma hakkı var” diyerek Filistin’i tanımamaya ve İsrail’e yönelik onore edici yaklaşımlarda bulunan uluslararası çevreler şimdi İsrail’in yaptığına “insan hakları ihlali, uluslararası hukukun çiğnenmesi, devlet eliyle estirilen terör” demeye başladı.
Aynı şekilde 1990’lı yıllarda Balkanlar’da kan gövdeyi götürürken, Belgrad Kasabı Milosevic kan akıtmaya doymazken Milosevic’in terörizmle mücadele ettiğini iddia eden ama masum Boşnakları silahsızlandırıp Milosevic’in önüne atan, Arnavutları görmezden gelen uluslararası çevreler, sonra Milosevic’e adeta savaş ilan ederek Belgrad’ı bombalamaya başladılar.

1999 yılındaki meşhur Belgrad bombardımanını bilmeyen yoktur herhalde.
Şimdi baktığımızda Filistin, Bosna-Hersek, Arnavutluk ve Kosova nasıl yalnızca bir bağımsızlık için değil, aynı zamanda adalet için verilen bir mücadelenin sembolü olarak tüm dünyaya takdir topluyorsa Kıbrıslı Türklerin davası da aynen takdir edilmesi gereken bir mücadele uğruna güdülen bir dava olduğu alenen ortadadır.

Öyle ya, EOKA terörüyle Kıbrıs Türk’üne nasıl zulmedildiği ortada, Kanlı Noel’i herhalde bilmeyen yoktur, her ne kadar 1990’lı yıllarda federasyon yanlısı partiler KKTC’de koalisyon hükümetlerine ortak olup bu zulümleri Kıbrıs’taki okullarda tarih müfredatlarından kaldırmayı başarsa da, Kıbrıs Türk’üne bu acı gerçekleri unutturduysa da herhalde ailesinde Kıbrıs Gazisi, Kıbrıs Şehidi olan herkes bunu yakından bilir.
Ama bütün bunlara karşın Filistin ve Kosova de facto durumundan de jure durumuna doğru adeta lig terfisinde bulunurken KKTC halen daha de facto liginin istikrarlı bir aktörü. Tüm bunlara karşın gene Rumlar mazlum ve masum, Türkler işgalci…
O halde artık hep birlikte şu sorgulamaları yapmak mecburiyetindeyiz.
Filistin ve Kosova “de facto” seviyesinden “de jure” ligine terfi etti, peki ya KKTC?
Filistin ve Kosova bağımsızlık mücadelesinin ve adalet arayışının sembolleşmiş halleri olarak kabul görüyor, peki KKTC “Türkiye’nin kuklası (!) olan bir işgal (!) idaresi mi?”
Hal böyle olunca Sırbistan’ın en büyük hamisi olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 2008 yılında Kosova’nın tanınması sürecinde söylediği şu sözlere hak vermemek elde değil:
Bakın o süreçte neler söylemiş Bay Putin:
“Kimseyi gücendirecek bir şey söylemek istemiyorum ama 40 yıldır fiilen bağımsız bir Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti var. Niye tanımıyorsunuz? Dünyanın farklı bölgelerinde aynı sorunların çözümüne bu kadar çifte standartla yaklaşmaya utanmıyor musunuz?” diye dünyanın Kosova ile ilgili tavrına tepki gösteren Putin, bu sözlerinde haklı mı değil mi takdir başta ülkemizdeki kamuoyu olmak üzere uluslararası kamuoyunundur.

